6 Haziran 2008 Cuma

Böyle garip Bencileyin

Bir arkadaşım bana önermişti okuyayım diye. “Erzsebet, harika bir kitap hem uzakdoğuyu anlatıyor, hem sürükleyici bir kitap”
Ve aldım.
Eve gittim okumaya başladım yaklaşık bir saatte ikiyüz sayfasını okumuştum bile. Biraz daha devam ettim ve kitabı bir daha açılmamak üzere kapadım hatta evde durmasın diye o kitabı almayı düşündüğünü söyleyen ilk kişiye hediye ettim.

O ilk okuduğum kısımlardan sonra uzunca bir süre kendime gelemedim. Aklıma Tutunamayanlar’ daki Selim Işık geldi. Hani Selim Işık için Turgut’ un duası-tamamını alamayacağım çünkü oldukça uzun :

" Allahım, onu neden yalnız bıraktın? Neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? Neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? Neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? Neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? Neden, apartmanın bodrumunda saklambaç oynarlarken Ayla’yla yalnız kaldığı zaman kıza dokunacak cesareti vermedin ona? Oysa, bu çeşit küçük cesaretleri en değersiz kullarından bile esirgememişsindir.
….

Meyveleri gösterdin de ağaca çıkarma becerikliliğini esirgedin. Neden küçük yaştan Latince, Eski Yunanca, Fransızca, İngilizce filan öğretmedin ona? (Sen ki bütün dilleri ezbere bilirsin).”

Aynen bu halet-i ruhiye ile kendime acımaya başladım. Selim ve Minik Mozart’la karşılaşan Salieri misali üzüntüye boğuldum.

“benim nem eksik kujum?”

Kitaptaki adam dokuz dil ve bir o kadar lehçe biliyordu. Dünyadaki hiçbir yer onun için yad el değildi. Dünyadaki heryerde adamın kalabileceği bir saray yavrusu vardı.

Adam aklınıza gelebilecek her türlü dövüş sporlarını biliyordu. Ve diğer extrem sporlarla ilgileniyordu.

Bütün kadınlar çevresinde pervaneydi. Kamasutradan başlayarak uzakdoğuya ait tüm sevişme sanatlarını biliyordu. Kitapta hele bir sevişme bölümü vardı ağzı açık ayran delisi eder insanı (konuştuğum bu kitabı okumuş her yüz kişiden 99 u ya bu adam gibi bir sevgilisi olsun istiyor ya da tam tamına bu adam gibi olmak istiyor) “Her genç kızın rüyası zetina dikiş makinası” gibi..

Bir de üstüne üstlük bir “ go taşı” ile bir insanı etkisiz hale getirebiliyor hatta öldürebiliyordu.

Adam dilbilimci, adam filozof, adam tek kelime ile supremann.

Ben başımı sokacak bir yer bulsam kıçım açıkta kalır misali dil öğrendim spor ile hiçbir alakam olmadı. Değil yarasalarla dolu bir mağaraya girebilmek yol kenarında kurbağa görsem ürkerim. Recai ‘yi bile uzaktan severim.

Demem o ki:

Sayın yazarlar lütfen biraz daha gerçekçi olun lütfen. İnsanların kendisi ile özdeşleştirmek bir kenarda dursun rüyalarında bile olamayacağı tipleri yaratmayın.

Komplekse girdim. (hala da çıkamadım)

Not: supremann doğru yazılmıştır. Madde 22 adlı kitapta Nietzsche’ nin über-mensch ine bir nazire olarak yazılmıştı.

4 Haziran 2008 Çarşamba

İlkyardım mı, Son Görev mi?

İlk yardımların çoğu zaman son yardıma dönüşmesinden dolayı ki bunda güzide filmlerimizin etkisi büyük yılan, sokması durumunda yapılması gereken ilk yardımı yazmak isterim.

Önce yanlış öğretilen, hayat kurtarırken acaba kahramanı olduğum kişinin hayatına da kahramanca girebilir miyim ümidi ile yapılanları belirteyim.

Kadın kahraman, zavallı kurban, güzel bayan ayağında 10 santim topuklu ayakkabı ile üzerinde derin yırtmaçlı , üstten derin gögüs dekolteli mini elbisesi ile “bambi” gibi mesire alanında dolaşıyordur. Birden o da ne!!!! bir piton değil tabi ki olsa olsa ülkemizde yaşayan herhangi bir orta zehirli yılan görünür.. elbette çekim yapılan yerde olmadığı aşikardır. Herhangi bir belgeselden kırpılmış bir sahnenin iliştirildiği oldukça açıktır .. neyse bunu ve ormanlık bir alanda böyle dolaşmasını gayet normal görüp devam edelim…
Ve o hain yılan kadın o sırada su içmediği için gelip sokar.. ve yılan kaçar yılanı bir daha görmeyiz.. o sahneye girer tıslar kuyruğunu kımıldatır sokar ve kaçar..
Ve bacağı ile ayak bileği arasındaki bölgeden sokmuştur…
Kadın yere atar kendini acı ile çırpınır.. bu da gayet normal..
Ama normal olmayan zehirin yayılması ile orta aşamada görülen belirtileri ilk anda göstermesi yani kendinden geçer bilinçsizdir..
İşte o sırada aslan yürekli ilkyardımcı ve de yakışıklı jön sahneye sağdan giriş yapar. Hemen kesiği yanındaki bıçak ile kanatır. -Burada duralım bu tehlikeli tetanosa yol açabilir-
Ve sonra hızla emmeye başlar.. emer tükürür.. emer tükürür –burda gene duralım ya yakışıklı jönün dişlerinden biri çürükse ya da ağzında bir yara varsa ya da dudakları çatlamışsa.. büyük yanlış-
Kadın hafiften ayılmaya başlar içeri taşır ve buz sürer yaraya
Sonra..
Olaylar gelişir..
Yanlış tamamen yanlış..
Yılan sokması durumunda yapılacak ilkyardım bu değil ayrıca içeri götüreceğine hemen bir hastaneye götürülmesi şart.

İlk yardım nasıl olmalı :
-Sokulan yer hareket ettirilmeden yıkanır
-Isırılan yerin birkaç cm yukarısına boğucu sargı uygulanır.
-Isırık yeri 0.5 cm kesilerek ve elle sıvazlanarak zehrin kısmen çıkması sağlanır. Bakınız el diyor emin demiyor çünkü gerçekten zararlı hayat kurtarmaya çalışırken kimse ölmek istemez değil mi?
-Kişinin yatarak nakli sağlanır.içeriye değil tabi ki en yakın sağlık kurumuna antivenom enjekte edilmesi için.

Bir diğer hatalı öğretilen durum soğukta "donma" durumlarında yaşanır.

Adam donmak üzeredir ve kadın titrek gözlerle süzer adamı..
Adamın yüzünde makyajla yapıldığı çok belirgin olan karlar kraliçesi ten rengi , hafifte su serpmişler ve dudaklar koyu leylak rengi (şiirsel anlatım olsun diye direkt olarak mor demiyorum dikkat ettiyseniz)

ilginçtir ki adamın donmasına sebep olacak kadar soğuk ortam kadını hiç etkilemez ( ben burada hep bu kadınların uzaylı olduğunu ve doğal ortamlarının da aslında -200 derece olduğunu düşünürüm) ve kadın da sadece kombinezonu andıran bir elbise vardır. Kadın adamı soyar ( şöminenin önünde işte ilk hata donmakta olan kişi asla birden çok sıcak ortama götürülmez)

dışardan kar getirir vücudunu karla ovmaya başlar (işte ikinci hata donan bölgelerle mümkün olduğunca temas edilmemeli ki daha fazla zarar görmesin)

ovalamaya devam erken adam hafiften ayılır ama kadın ovalamayı sürdürür. Artık ovalamak amacını aşmıştır ..

ve olaylar gelişir…

bu yanlış olan uygulama

donmakta olana ilk yardım nasıl yapılır bir bakalım:


-Hastanın üzerini, kolları serbest kalacak şekilde battaniyeyle örtün. Kuru, ısıtılmış giyecekler giydirin; sıcak, şekerli ve içinde alkol bulunmayan içecekler verin. Vücut bu tür durumlarda fazla enerjiye ve suya gereksinim duyar.


-Donmuş bölgenin daha fazla zarar görmemesi karla ya da çıplak elle o bölgeyi ovuşturmayın, masaj yapmayın. Elinizle tutarak ve verdiğiniz nefesle ısıtın.


-Kol ve bacakların hareket etmesini sağlayın. Bu vücut ısısını ve kan dolaşımını arttırır. Soğuğun aynı bölgeyi tekrar etkilemesine karşı koruyucu önlem alın.


-Derin donmanın ardından, deri normal rengini ve ısısını tekrar kazansa da donan kişiyi hemen yürütmeyin. Derinin ısısı, rengi ve dokunma hissi 30 dakika içinde düzelmemişse hastanın hemen hastaneye gitmesi gerekir.


-Donan kişinin dinlenmesini sağlayın. Donmuş yerin altına yastık koyarak, kalp seviyesinin yukarısına kaldırın.


-Donan kişinin bilinci yerinde değilse ağızdan içecek vermeyin. Hafif baş aşağı yatırın.


-Donan kişide bilezik ve yüzük gibi takılar varsa çıkarın. Donma nedeniyle şişlik olursa, bunlar kol ve parmağı sıkarak kan dolaşımını bozar, hatta kangrene yol açabilir.


-Deride oluşan su dolu kabarcıklar, mikrop bulaşma riski göz önünde tutularak delinmemelidir.

Sağlıklı Günler Dilerim
-eski yazımlarımdan-
not: ilkyardımla ilgili sitelerden rahatlıkla doğru uygulamalara erişmek mümkün..

Siyam İkizi Sevgililer

Halk arasında yapışık danalar diye bilinirler. Halk bu yani küfür ya da hakaret mahiyetinde değil durumun oldukça absürd olduğunu belirtmek için kullanmışlar.

Bunlar doğuştan yapışık değillerdir. Ömürlerinin büyük bir dönemini bir yapışık ikizi olduğunda habersiz geçirir. Ama çocukluk ve serpilme dönemi incelendiğinde yapışma eğiliminin sonradan kazanım değil doğumla kendine gelen bir hediye olduğunu anlarsınız.
En yakın arkadaşı nerde ise o ordadır. Aynı sıradadır. Aşı sırasında hemen arkasındadır. Kendine kurban olarak seçtiği, yapışmak üzere seçtiği zavallıyı öğrenim hayatı boyunca takip eder durur. O ne almışsa o da gider aynısından alır. En büyük hüzünleri yaz tatili döneminde yaşar. Kurban başka bir okula gitse, kendi şehir değiştirse ilk 2 ay kendine gelemez ama sonra yeni bir kurban bulur kendine…

Kendini ifade edebilmesi için taklit yöntemini kullanmak zorundadır. Geçen yazılarımdan birinde mimikri demiştim. Doğanın en büyük harikasıdır. Kendi yaşamını koruyabilmek, kendine yiyecek çekebilmek, ve üremesini sağlayabilmek için doğada bir çok canlı taklitten yararlanır. Bu da böyle bir şey.. ama kötü yanı taklit ettiği ve yapıştığı kişi ile o kadar çok özdeşleşir ki kurban artık rahatsızlık duymaya başlar çünkü elinden alınan kendi hayatıdır.

Bu yapışma ve taklit etme özelliğine sahip kişilerin bir sevgilisi olduğunda durum ilk aylarda çok güzeldir. Kurban olayın ehemmiyetini kavramaz . “ne güzel gününü hep benle geçirmek istiyor” diye düşünür. Dolmuşta el ele dizdize. Yolda sevgili bir yere kaçacakmış gibi elini sıkıca kavramalar.

Kurban olayı ancak yapışık ikizi kendisinin geçenlerde aldığı yazlık çiçekli elbisenin kumaşından yapılmış gömleği sevgilisinde gördüğünde anlar. Ve iş işten çoktan geçmiştir.
Çünkü çocukluğundan itibaren izleyeceği yol konusunda deneyim sahibi olan UHU-404 sevgilisi onun çoktan hayatına her alanda girmiştir. Karşısındakinin tüm özelliklerini iyice tartıp ona benzedikçe sevgilisinin ailesi tarafından kolay benimsenir, kurbanın arkadaşları tarafından sevilir. Terk etmeye kalkışan kurban zaten ilk önce onların hışmına uğrar. Ve iç hesap yapmaya başlar “bu benim için her şeyi yapıyor benim için kendi çevresi ve ailesinden vazgeçiyor, benim hoşlandığım şeyleri yapmak için didiniyor ve ben onu terk etmek istiyorum … kötüyüm ben.. nankörüm ben..” der ve ilişkileri devam eder. Tam da ikizinin istediği şeydir bu.
Bu raddeden sonra simbiyoz bir hayat yaşamaya başlarlar. Özel alan yok, kişiye özgü hobiler yok.. her zaman ve her yerde birlikte bir hayat.

Böyle ilişkilerin tek güzel yanı ise bir alana ikincisi bedava olan kampanyalara katılmak. Sinemaya bir biletle girerler. Bir kişilik mönü parasına ikisi birlikte doyarlar.

Aslında sanırım bu kampanyaları düzenleyen firmalar da bu çiftleri tek kişi olarak görüyorlar.

Mimikri: bir canlının ortamında başka bir canlıyı taklit etmesidir. Bu zehirli bir hayvanı taklit ederek (renk ve biçim olarak) kendi hayatını koruması ya da bir çiçeğin tozlaşmasını sağlayabilmesi için arıyı kendine çekmek için bal yapabileceği bir çiçeğin şekline kendisini benzetmesi gibi.
-eski bi yazım-

3 Haziran 2008 Salı

Haziran' da Ölmek Zor

Nazım, Anadolu şairi, vatan şairi
Nazım, bir nesil (bizler) göçüp gittikten sonra unutulacak şair
-unutturulacak -
Nazım, vasiyeti yerine getirilemeyen bir sürgün
Nazım, Haziran ‘ ın yası
Nazım “mutlu olmanın resmini şiiri ile çizen”


``Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala,
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´
Bir Ankara gazesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,
kapkara haykıran puntularla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında,
Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti,120 milyon lira.
'Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.´´
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperversiniz, siz yurtseversiniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tınaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:
Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.”

Nazım Hikmet

2 Haziran 2008 Pazartesi

Öylesine

İstanbul'dan Elazığ'a gelen bir kadın bir dükkânda aynasını unutmuş
Ve böylece tarihte ilk kez Elazığ’a ayna girmiş olmuş.
Kadın gittikten sonra dükkan sahibi aynayı görüp eline almış..
Daha önce hiç kendini görmediği için Almanya'daki kardeşine benzetmiş
karşısındakini.
-Ey gidi gardaşımm, seni bi daha görmek nasipte varmış.
Aynayı eve götürüp sarılıp uyumuş kardeşine..
Karısı bakmış adam biseye sarılıp uyuyor! Almış aynayı bir bakmıs bir kadın !
-Allah belanı vireee. Bu karı da kim? Bi boka da benzese bari.
diyerek feryat figan kapmış aynayı kadıya gitmiş.
- Kadı efendi, adam beni bu çirkin karıyla aldatiiii..
Kadı aynaya bakmış ve şöyle demiş:
-Yav bu karıdan çok kavata benziir'!!!!

Fıkra ile başladım önce biraz gülelim dedim hem de konum ile alakalı. İnsan karşıdaki kişide önce kendini görür. İnsan insanın aynasıdır. İster sanal da ister reelde. Birilerini tarif ederken aslında insan kendini tarif eder. Sonuçta kimse kimseyi reelde tanımıyor.
Tanımadığın insanı da genelleyerek yargıladığın an aslında kendini bir anlamda tarif etmiş olursun. Zira kimse müneccim boku yemedi ki yıldız falı açıp bilsin karşıdakinin karakterini.
Nostradamus bile yapamaz bunu canlarım..
Bir insana önemsiz diyorsan.. kendini önemsiz hissettiğindendir.
Bir insana yapmacık diyorsan en büyük maskeyi aslında sen takmışsın demektir.
Bir insana saygısız diyorsan sen ona saygı göstermiyorsun demektir.
Bir insanın seni aldattığını ve enayi yerine koyduğunu düşünüyorsan kendine çok büyük önem atfetmişsin ve herhangi bir fırsatta bu riyakarlığı sen yapacaksın demektir.
Aldatıldığını düşünüyorsan aklından türlü türlü aldatma planları geçiriyorsundur.
Karşındakine şeytan gibi diyosan sen de pek Cebrail sayılmazsın değil mi?
Böcek olursan ezilirsin. bu kişi rütbece senden büyük amirin de olsa kendini ezdirmeyen ezilmez.
Sürekli sevgi ve saygıdan bahsediyorsan içinde zerrece bunlardan nasiplenememişsin demektir.

İyi(kim), Kötü(kim) ve Çirkin(kim) Anlayamadım

Televizyonda film, dizi film veya program artık seyretmediğim için dünyadan habersiz yaşıyormuşum. “bilmeyen daha mutludur” sözü ne kadar doğruymuş meğer.
Sigara için yapılan yasaklardan haberim vardı (o kadar da değil yani) işyerlerinde, kapalı alanlarda yasaklanması. Sigara içen biri olarak yasakları gayet yerinde buldum. İçmeyen insanların sağlığını da düşünmek gerek. Çocuklara daha iyi bir çevre bırakmamız gerek.

Ama sadece sigara mı sorun?

Çevre kirliliği mesela sadece sigara dumanı ve izmaritler kirletmiyor ki!

Yani karşılaştırma yapılırsa sigara filtresi doğada beş yıl kalıyorsa cam şişe dörtbin yıl, plastik bin yıl, kola kutusu ise yetmiş yıla yakın doğada kalıyor. Yani aslında geri dönüşüme de el atılması gerekir. Mesela kağıt kullanımı.. böyle giderse yakında tüm ağaçlar a4 formatında birer parşömen olacak. Veya kullanılan spreyler, kimyasal ürünler, sebepsizce tüketilen ilaçlar.. bunlar doğaya daha çok zarar veriyor.

Neyse aslında bu konu değil.. beni şaşırtan başka bir durum oldu bu sabah.

Tv’lerden birinde bu sabah iyi, kötü ve çirkin adlı film vardı. Hani Clint Eastwood oynardı.Sergio Leone’ nin filmi, Ennio Morricone’nin uzun yıllar boyunca dilimizden düşmeyen müziğini yaptığı film.
Mesela “çirkin” nin yıkanırken içeriye kendini öldürmek için giren adamı vurup ardına “ vurmak istiyosan vur, konuşma” bölümünü severim.
Yıllardır değişik zamanlarda seyrettim bu filmi hatta replikleri ezbere bilecek kadar fazla seyrettim.
Ama bugünkü seyrettiğim “iyi, kötü ve çirkin” tamamen farklıydı.

Bütün oyuncuların ağzı ve bazen elleri mozaikleme yöntemiyle sansürlenmişti. Sigara, pipo sansürlenmişti. O yüzden Clint’ in dudak kısmı tüm film boyunca belli değildi.

Sanki ordaki sigara değil de cinsel organ!

Sanki film yıllardır seyrettiğimiz bir kovboy filmi değil de porno !

Şimdi böyle yapılarak sigaraya özendirilmemiş mi olunuyor?

Yahu bu uygulama dünyada başka nerde var?

80’ li yılların o filmleriyle büyüyen bir çocuğu olarak böyle komik bir uygulamanın biran evvel kaldırılmasını diliyorum.

Mozaiklenmiş ağza sahip Clint Eastwood görmek istemiyorum. Kirli Harry’nin tüm karizması dağıldı yahu!

Film zevkimi yerle bir ettiler!

Bu sansür yüzünden filmdeki yüzler birbirinin aynısıydı. hangisi iyi, hangisi kötü, hangisi çirkin bilemedim yahu! hepsi Rocco idi..

Çok sinirlendim.

1 Haziran 2008 Pazar

Ben Bir Pipo Değilim

Yazmak ne ifade ediyor? Çok merak etmişimdir? Ben neden yazıyorum neden yazmalıymışım gibi geliyor? Okunma isteği mi? Birilerine kendi kıçıma batmış çivileri gösterip belki de o çivilerin aynısının kendi kıçında da olduğunu gösterme isteği mi?
Yoksa sadece yaz-kurtul mu?
-
Mahlasla yazıyorum “Kontes Bathory” 1600 lü yıllara damgasını vurmuş Bram Stoker ‘ın Drakulası için esin kaynağı olmuş kontes Bathory.. bir vampir hatta 900 kişinin ölümünden sorumlu bir seri katil. Şuan için pek canavarca görülüyor ama o dönemler için büyük bir canavarlık sayılmazdı. İnsanlar toprakla birlikte alınıp satılırdı. Bir insanın canı çok da önem arz eden bir konu değildi.
Serbest çağrışım aklıma gelen bir şeyi de söylemek isterim. O dönemlerde (bir ortaçağ hayranı olarak) bir kadının –bu kadın soylu sınıfından da olsa- ömrü en fazla 45 sene idi. Doğumlar, hastalıklar.. o yüzden erken evlilik söz konusu idi. Bir genç kız en geç 15 inde evlenirdi. 20 li yaşlardaki bir kadın orta yaşlarda olgun sayılırdı.
Bu arada gene serbest çağrışım aklıma M de Sade geldi. Büyük Liberten. Kitapları çoğu insan için iğrenç gelse de ben severim onu. Onun yaşadığı dönemde kitabında anlatılanlar aslında gizli kapaklı da olsa yapılan seks oyunları idi. O eleştiri amacı ile detaylara kadar indi anlattı. Bu yüzden ömrünü hapishanelerde ve akıl hastanelerinde geçirdi. Tabi Aktivist olması da ayrıca bir sebepti.
Sodom’un 120 günü adlı kitabında bir sahne tasvir edilir. Kadının vajinasından bir boru yardımı ile bir fare sokarlar içine ve vajinasını fare içerde iken dikerler. Bu büyük hasta bir beynin sanrıları mı? yoksa o dönemde olan yapılanların küçük bir örneği mi?
-
Neyse medeniyetleşme sürecinde tıpta , teknoloji de ilerleme insan ömrünü de uzattı. Mesela eski bir çok eserde verem, veba gibi ani ölümleri görebiliriz ama kanserden bahseden bir kitap ben görmedim. Kanser ağır ilerleyen ve daha çok ileri yaşlarda ölüme sebep olan bir hastalıktır. İşte günümüz insanına teknolojinin armağanıydı “Kanser”
-
Nerden nereye geldim. Kendimi frenlemesem serbest çağrışım ile mısır da bulunan mumyalara kadar gideceğim. Neyse .. Çağrışımları geçiyorum
-
Ben mahlasla yazmayı seviyorum. Çok önemli biri değilim. Önem arz eden yazılar yazmıyorum. Bende bir Dostoyevski ‘nin bir Steinbeck‘in sayfalar süren tasvirleri yok. Oku gözünü kapat canlandır. Ben bunu yapamam. O kadar fazla kelime bilgim de olduğunu düşünmüyorum. Ben bir yazar değilim.. ve asla da bir James Joyce olmayacağım. Günlük şeyler.. Bazen de sadece boşalmak için yazıyorum. Birileri okusun ve düşünsün tarzı büyücek isteklerim yok. Kendimi o kadar önemli görmüyorum. Herhangi biri de aynı konuda belki de çok benzer şeyleri yazabilir. Ben bir yazar değilsem neden adımı yazayım ki. Yazar sıfatı ile neden büyük üstatlara saygısızlık edeyim ki.
-
Yazmak..bomboş bir kağıdı doldurmak..beyninde koza yapmış bir şeylerin kanatlanıp uçması gibi..29 kendi başına anlamsız olan harfi anlamlı bir hale getirmek. Ve tasvir etmek. Ruh halini, çevreyi, bir konu bulmak birbiri ile bağlantılı bağlantısız karakterler yaratmak. O karakterlere bir kişilik ve cisim vermek.
Yazmak.. Vakit yaratabilenlerin işi. Ben asla bir Stendhal olamam. Telefon çalar ödeyeceğim bir fatura aklıma gelir, tv de sevdiğim bir film başlar, Camille ve Handan ile chatleşirim. AKP, artan vergiler, başörtüsü mü türban mı.. özgürlük nedir?, kızım ödevini sorar,komşunun küçük oğlu gelir İngilizce ödevini sorma bahanesi ile ve bir de bakmışım ki hınzırın bütün ödevini ben yapmışım, resim yapmak ister canım aniden ya da sadece o an aklıma farklı bir şey gelir, işler birikir patron azarlar, annemler okey oynayalım der velhasıl aklımda olanlar da uçar gider.
-
Yazmak güzel şey…yazabilmek güzel şey..
-
Ama ben yazamıyorum. Yazmıyorum.. Ve kendimi sadece öylesine herkesçe bilinen herkesin kurabileceği cümleler ile bir şeyleri anlatıyorum aşina olduğumuz şeyler.
Bir Fowles’ ın koleksiyoncusu’nu yeniden yazamam.
Ahh isterdim ama..
O hayal gücüne sahip olmayı isterdim.
-
Yaşamak çok çetrefilli bir mesele. Ölümsüzlük uzağında olduğum bir konu. Ölümsüz olmayı asla hayal eden biri olmadım. Bir şeyleri yazarken de yeniden canlanmak istemem. Bir ömrüm var başlangıcı belli ve öldüğüm tarihte de bitsin isterim bu serüven. Ama kalıcı olmak isteğidir yazmak.
Balzac mesela hala yaşıyor. Bende yaşıyor. Yazdıkları ile yaşıyor.
Bazen büyük yazarlara üzülürüm. Her an, her yerde yeniden canlanıyorlar. Bir iz bırakıyorlar her şeyde.
“cogito ergo sum” ile her gün diriltiyoruz Descartes’ ı.
-
Yapmacık olmayı hiç sevmem. Makbul bir insan asla değilim. İsim esirleştirir insanı, doğallığımı yitirmek istemem.
Kendi minik dağarcığımın her zamanki okşayışları ile mutluyum ve herhangi yeni bir oyun veya buluş dolambaçlı ilişkilerden çekinirim.
-
Çok fazla yalnız insan tanıdım. Çok fazla bundan şikayetleşen kişi tanıdım. Yalnızlığını bir an olsun unutmak isteği ile en yakındakine tutunan insanlar tanıdım. Oysaki bir kere bıraksa ve içine dönüp baksa aslında yalnızlığın bir seçim ya da bir kader olmadığını dünyada her zaman tek olduğunu görebilse daha mutlu olabileceğini düşünürdüm bu insanların.
Tekiz hep tektik. Anne rahminde parmak ağızda dizler karnımıza doğru bükük iken ve her taraf karanlık iken neler düşündüğünü merak ederim bebeğin. Ve kasılmalar ile dünyaya geldiği anda duyduğu rahatsızlığı merak ederim. Aniden bir dünya beliriyor. Kocaman uçsuz bucaksız binlerce milyonlarca insan karşısında ve hala tek. Bu dünya doğumum sebebi ile bana armağan edilmiş cam fanus içindeki, çalkalayınca kar yağar gibi görünen yapay dünya..
Ben varım ve varlar.. ben yokken .. Neden düşüneyim ki benden sonraki yaşamı? Neden benden bir iz bırakayım ki benden sonraya..
-
Ben sadece bir oyuncuyum. Sıram gelir sahneye çıkarım sıramı savdıktan sonra sandıktayım tıpkı Hayyam’ ın dediği gibi.
-
İlginç biri hiç değilim. Yani yazabileceğim şeyler o kadar kısıtlı ki. Sıradanı anlatan bir hayal gücü gerektirmeyen şeylere adımı yazmak benim demek bana yanlış geliyor. Çünkü benim olduğu kadar herkesin en azından bir iki kere düşündüğü yaşadığı şeyler bunlar. O yüzden bence ismim olan başkasına göre isim gizlemek diye düşünüleni yazıyorum yazı altlarına. O benim adım. Erzsebet.. ama altında sen, ben, o dünyanın bir ucundaki insanların yaşadıkları düşündükleri var.o yüzden yazıları tek bir isimde kişileştirmek oldukça bencilce geliyor bana.
-
Yazmak çok güzel bir eylem..deli gibi sevişerek evlenip o sevgiden bir çocuk yaratmak gibidir yazmak. Ama ben deli gibi sevişip evlenip beş ay sonra başka birine kaptırdım bu sevgiyi. O başka birine diğeri başka birine. İşte o yüzden cidden adı hafızalara kazınmış olan yazarlara saygım sonsuz. Onlar yaratıcı ben ise sadece bir süre görebildim o sevgiyi.
-
Benim yazılarım yarım..
Hiç tamamlayamam..
Hiç bir şey yaratamam..
Ne bir dünya kendini hapsedip mutlu olacağın sanal bir dünya yaratabilirim Ne de her tanıştığın insanda arayacağın karakterde bir insan yaratabilirim.
Ben hep yarım bırakırım bitmez..
Ya da herkes kendince tamamlasın diye
Ya da sadece kelimelerim bitti diye
Ben yazar değilim
Bir sinemada en arka koltukta oturan hipermetrobum. Sadece duyduklarım seçebildiğim renkler ile kafamda oluşturmaya çalışırım filmi.
Ben önünde duran ve gerçek bir yazarın binlerce sayfalık bir kitapta anlatabileceği güzellikleri göremeyen bir miyobum.
Ben sadece işte geldik gidiyoruz arasına birkaç kelime sıkıştırmaya çalışan alelade biriyim. Ve becerebildiklerim de ancak bunlardan ibaret.

not: eski yazılarımdan biri

Rüyalarım, Annem ve Ben

Kıçı açık uyumaktan olabilir. Ki zaten akla en çok yatanı bu.. zira gece boyunca döner dururum. Saat yönünde dönerim. Herhangi bir sebeple gece uyandığım zaman yataktaki pozisyonumdan saati tahmin edebilirim. Ve böyle dönerken dönerken üzerimde ne varsa atarım. Yani gene başa dönüyorum kıçı açık yatmaktan kaynaklanıyor diyenler haklı. Ne konuda? Son günlerdeki rüyalarım hakkında… Freud bile gelse açıklama da bulunamaz.

“Yok Freud abi ne silah görüyorum ne de rüyada parmağımı emiyorum.Akşam ağır bir şey de yemiyorum.”

Ama geceleri filmi takıyorum sabaha kadar seyret.. kimi yeri siyah beyaz, kimi yeri renkli, bazen arka fonda benim sesimle bir müzikal, bazen de sessiz film..

Son rüyalardan biri safaride bir grupla alakalıydı turuncu goriller ve tamamen şiddet doluydu.
Ondan sonra beynimdeki dvd de komedi filmlerine taş çıkaran rüyalar ve en son rüyanın yanında aksiyon filmleri yaya kalırlar. Konularını, olanı biteni anlatmak uzun sürer. Ben sadece son rüyamdan en ilgi çekici bölümü söyleyeyim. Ve onun bir de gerçek versiyonu var onu anlatayım.

Ben rüyalarımda normalde hiç başrol ya da yardımcı kadın oyuncu rolünde olmam hatta çoğu rüyamda ben bile olmam. Sadece seyirciyimdir. Son rüyamda ise kısa bir bölümde figürandım. Ama her şeyi anında takip edebiliyordum.

Ben ölmekteydim arkadaşlar. Evet hayata veda ediyordum. Başucumda annem (aileden başka kimse yanımda yoktu) vardı ve bir sürü doktor. Son nefesimde organlarımı bağışlıyordum. Ama sebebi daha çok ölü sanılıp yakılmamak için. Yani ölmeden cenazemde ölü olmayı garanti altına almaya çabalıyordum ( ölüm korkusu diyen çıkabilir değil efenim zerre kadar öyle korkularım yok bende daha çok ölememe korkusu var) yattığım yerden doktorlara “böbreklerimi alın, karaciğerimi alın, eliniz değmişken kalbimi de alın” diye direktifler veriyorum. Doktorlar ise ses çıkarmadan tek tek içimi boşaltıyorlar. Ama ölemiyorum yahu… ölü sayılıyorum ama ben hala konuşuyorum. Aynı anda da “hala ben neden ölmedim” şeklinde düşünüp akıl yürütüyorum.

“acaba beynimi de mi aldırsam. Tabi yaaa.. beynim hala yaşıyor o yüzden ölemedim. Ama insan kalpsiz bu kadar uzun yaşayabilir mi?”

Sedyemde yatarken aynı anda da annemle konuşuyorum. Cesedim nasıl yakılacak, törenim nasıl olacak, küllerim nereye serpilecek anlatıyorum, anlatıyorum, anlatıyorum…

“anne küllerimi suya falan serptirme, gömdür. Şimdi bir sürü tantana çıkmasın”

Ama o da ne???

Ben orda çırpına çırpına ölürken.. cenazemi ayarlarken, annem :

“erz ben çok sıkıldım, dışarı çıkıp bir sigara içeyim”

Dedi ve gitti..

Uyandım..

Bunun gerçek versiyonu ise daha bir acı..

İki yıl önce bir ameliyat geçirdim. Fazla önemli bir ameliyat değildi. Ayıldığım ilk anları hatırlamıyorum. Ama anlatıldığına göre; ilk anda boğulur gibi sesler çıkarmışım. Ve gene yanımda annem, beni öyle görünce “kızım boğuluyor” diye telaşa kapılmış. İşin komiği doktor:
-o numara yapıyor. Boğazı yanıyor ve nefes alamadığını sanıyor. Demiş.

Bundan sonraki arayı ne ben merak ettim, ne çok uzun sürdü (sanırım) ne de kimse anlattı. İyice ayıldığımda ilk söylediğim şey
-canım yanıyor.. daha doğrusu şu şekilde:
-annneeee canım yanıyor bana ağrıkesici iğne yapsınlar söyle şunlara
Canım annem koşup bir hemşire bulmuş, hemşire ağrı kesicinin zaten serumun içinde olduğunu anlatmış. Annem bana geldi ve serumda ağrı kesicinin olduğunu söyledi. İnanmaz bir şekilde “peki” dedim ama beş dakika geçti geçmedi bağırmaya başladım:

“yalan söylüyorlar.. serumda ağrı kesici falan yok. Ben burada çırpınarak canveriyorum kimse bana aldırmıyor.”

Benden artık yeterince bıkmış olan annem umursamaz bir tavırda:

“Erz, sen hemen öleceğe benzemiyorsun, ben bir sigara içeyim sen ölmeden geri dönmüş olurum” dedi.

Aksi, huysuz biriyimdir gerçekte de böyle , rüyalarımda da böyle..